Bu romanın başkahramanı Selim ve
onu anlatan yakın arkadaşı ise Turgut’un dilinden anlatılanlar dan dan öteye
bir yolcuğa çıkıyorsunuz. Kitabı ilk elime aldığımda 724 sayfa oluşu beni biraz
ürküttü. İlk başlarda kitabı okumak beni biraz yordu ama ilerleyen sayfalarda
Selim’in yazma yolunda nelerden vazgeçtiğini bilmek beni üzdü. Belirtmem
gerekir ki, yazma tutkusu olan insanların mutlaka okuması gereken bir kitap
diye düşünüyorum.
Başkahramanımız Selim ile ilgili olarak
ise günlüğüme şu notları düştüm: Arkadaşlıklara hep yanlış noktadan başladığı için
hep çıkmaza sürüklendi. Kendini açıklama cesareti bir türlü bulamadı. Ve hep
yanlış anlaşıldı ve yanlış ilişkiler içinde bulundu. Bazı zaman kendini dinledi
ama her kendini dinlediğinde kafasında oluşan birçok soruda kendini boğmak istedi.
Bütün hayatı boyunca düşüncelerinden kaçmayı denedi. Sadece Tutunamayanlar diye
bir söz çıkarabildi ortaya. Bir tek kelime ve unutamadığı insanları birleştiren
bir kelime olduğuna inandı. (Selim’i bu kitabın sayfalarında okurken çok
kendime benzettiğimi itiraf etmeliyim. Selim gibi bende kendimi çoğu zaman ifade
etmekte zorlanıyorum. Bazen çok yazmak istesem de beni anlatacak bir cümle
ararken kendimi kaybettiğimi itiraf etmeliyim)
Yazdıkları için ise; Fazla üzülme
edebiyat hevesi olarak kabul et gerçek sayma bunları mustarip bir ruhun çırpınmalarını
ifade etmekten çok okuyucuların duygularını kötüye kullanmak isteyen acemi bir
yazarın karalamaları dersin diye de not düşmeyi unutmadı.(Syf.536.) Ve sonrasın
da ise unutulmayacak olan şarkılar yazdı.
Diğer kahramanımız Turgut ise;
Selim’in ölümü en çok onu düşündürdü. Neden öldüğüne ve neden ölmek istediğine
dair bir şeyler bulmak ümidi ile eski arkadaşlarıyla buluştu ve Selim'i
anlatmalarını istedi. Turgut’a göre Selim'i hiç kimse iyi anlatamıyordu ve yeni
ipuçları bulması gerekiyordu. Bir gün Selim'in kız arkadaşı Günseli çıka geldi
ve kendine yazılan mektupları Turgut’a verdi. O mektupları tek tek okudu ve bu
sırada hayali bir arkadaş edindi adı ise Oric’ di. Oric’le Kendi kendine konuşmaya başladı. Oysa
hayali kahramanını hiç kimse göremiyordu. Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyorum.
Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni kendime anlatacak bir dil arıyorum diyordu.
(Syf.541)
Syf.290 Henri
Poincaré bahsediyordu. Bende Google dan araştırma yaptım (Her şeyi bilmem de
mümkün değil değil mi?:))ve hakkında şunları
buldum.Henri Poincaré ;Fransız matematikçi ve fizikçi.Poincaré vermiş olduğu
derslerin yanı sıra, yazmış olduğu çok sayıdaki yapıtla da etkili olmuştur.
Türkçeye de çevrilen "Bilimin Değeri" ve "Bilim ve
Varsayım" gibi bilim felsefesiyle ilgili kitapları bunlardan sadece
birkaçıymış.
Syf.292 On Emir den bahsediyordu.On Emir; Musa’ya Sina Dağı'nda Tanrı tarafından 2 taş tablet üzerinde verildiği söylenen bir dizi dini ve ahlaki öğretiler bütünüymüş.
İşte bu
Emirler;
Karşımda başka ilahların
olmayacak.Kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın yahut aşağıda yerde olanın yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.
Yehova'nın, Rab'ın ismini boş yere ağıza almayacaksın.
Sebt gününü takdis etmek için onu
hatırında tutacaksın. Altı gün işleyeceksin ve bütün işini yapacaksın, fakat
yedinci gün Allah'ın Rab'e Sebttir. Sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve
hayvanların ve kapılarında olan garibin hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü Rab
gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı.
Babana ve anana hürmet edeceksin.Öldürmeyeceksin.
Zina etmeyeceksin.
Çalmayacaksın.
Komşuna karşı yalan şahitlik yapmayacaksın.
Komşunun evine tamah etmeyeceksin, komşunun karısına yahut kölesine yahut cariyesine yahut öküzüne yahut eşeğine yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin. Diyor.
Syf.293 Moliere bahsediyordu. Moliere; Fransız
oyun yazarı ve oyuncu. Oyunlarının tümünü, yayımlamak amacıyla değil, oynanmak
amacıyla yazmış. Moliere komedisinin çağı için çok yeni bir kavramı, saçmalık kavramını
öne çıkarmasını sağlamış. Eğer bir söz ya da olay, her türlü akılcılık sınırını
aştığı halde bizi güldürüyorsa, Moliere'e göre burada akılla budalalık sürekli
yer değiştiriyor demiş.
Syf.296 da De Gaulle fıkrasından bahsediyor.De Gaulle fıkrası;
Fiat fabrikasında çalışan bir işçi… O zamanki Sovyet lideri Krusçev resmi bir ziyaret için İtalya’ya gelmiş. Programda Fiat tesisleri de var. Fabrikanın tezgâhları arasında dolaşırken Carlo’ya rastlamış. Herkesin gözü önünde ”Vay Carlo…” diye sarılıp kucaklaşmış. Orada ayaküstü sohbet etmişler. Tüm protokol bu dostluktan şaşkın… Konuk gittikten sonra patron Carlo’yu çağırıp, Krusçev’i nereden tanıdığını sormuş.Carlo “Hiiç” demiş. ”Ben eskiden komünisttim… 1 Mayıs kutlamaları için parti beni Moskova’ya göndermişti. Orada tanışmıştım.” Olay unutulmuş. Üç beş ay sonra bu kez Amerika başkanı Nixon gelmiş İtalya’ya. Yine aynı program ve fabrika ziyareti. Tezgahların arasında ”Vay Carlo..Vay Nixon..” muhabbeti… İyice meraklanan patron ziyaretten sonra Carlo’yu yine çağırtmış. Soru da cevap da aynı; ”Bir ara Amerika’ya göç etmeye kalkıştım. New York’ta başım polisle belaya girdi.. Bu Nixon o zaman çiçeği burnunda bir avukattı. Beni o savunmuştu..” Olay bu kadarla kalsa iyi.. İki ay sonra Fransa başkanı De Gaulle ziyaretinde de aynı manzara yaşanınca Patron Agnelli derin bunalımlara girmiş. Kendisini tanıyan yok. Yanında çalışan Carlo’nun uluslararası çevresi var.
- De Gaulle’ü nereden tanıyorsun?
- Nazilere karşı Paris’te yeraltı
savaşı yapıyorduk… Özel kuryesiydim..- Sen herkesi tanır mısın?
- Evet, hemen hemen… Patron iyice hırslanmış.
- Neredeyse Papa da arkadaşım diyeceksin.
Carlo gülmüş. ”Tabii. Yakın arkadaşımdır.” Çıldırma noktasına gelen Agnelli haykırmış:
- İspatla… İspatlayamazsan kovarım…
Carlo:
- Tamam, bu pazar ayininde Vatikan meydanında olun. Papa balkondan halkı takdis ederken ben yanında olacağım.. Patron pazarı iple çekmiş. Vatikan’da Papayı bekleyen kalabalığın arasına karışıp beklemeye başlamış. Bir süre sonra Papa balkona çıkmış. Yanında Carlo… Kalabalığa bakıp, patronunu bulmaya çalışıyor. O sırada bir kargaşa olmuş. Biri bayılmış. Carlo bayılanın kendi patronu olduğunu görünce Papaya ”Bana müsaade” deyip meydana koşmuş. Agnelli yerde yatıyor. Bir iki kişi de ayıltmaya çalışıyor. Carlo çevresindekilere, ”Bu benim patronumdur; ne oldu?” diye sorunca biri cevap vermiş:
- Siz Papa ile balkona
çıktığınızda bunun önünde iki Japon turist vardı. Japonlardan biri senin patronuna
döndü.
“Şu sağdaki bizim Carlo, ama
yanındaki kim?” diye sorunca seninki düşüp bayıldı.
Syf.221 ise şu cümlelerinin
altını çizdim. Altını çizme nedenim ise İnsanoğluna güzel bir öğüt oluşuydu.
Ne yazık onlara ki çıkarlarına dokunulmadıkça
doğru yola gitmezler ve Allah'ın kendilerine sunacağı nimetleri bilmezler.Ne yazık onlara ki kalpleri temiz olmadığı için herkesi kötü sanırlar ve günahsıza ve günahkâra bir fark gözetmeden kötülük ederler.
Ne yazık onlara ki duygulu çekingenliği korkaklık, samimiyeti yaltaklanma ve yardımı bir baskı sayarlar.
Ne yazık onlara ki kendilerine açılan saf bir kalbi zaaflarından istifade edilecek, istismar edilecek bir akılsız sayarlar.
Onların geleceği yaratan insanlar arasında yeri yoktur.
Unutulacaklardır.
Syf.321 de yer alan bu paragraf
kendimizi irdelememiz ve güzel yanlarımıza bakmamız gerektiğini önümüze sunan
bir hayat dersi niteliğinde olmuştur.
“Sonu gelmez şövalye romanları
gibidir bu yaşantı: en zor anlarda daima açık bir kapı bulunur girip saklanacak.
Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu
düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere
olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: “buraya kadar "dediler. Oysa
bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı,
hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin. “
En son altını çizdiğim bu paragrafla
kitap özetimi bitirmek istiyorum.724 syf olan bu kitap ve bana düşündürdükleri
için aslında özeti bu kadar kısa olmamalı diye düşünüyorum. Herkesi de bu
kitabı mutlaka okumalı diyorum. Bana çok şeyler kattı, size de çok şeyler katabilir.
“Düşüncelerine büyük bir içtenlikle bağlıydı.
Herkesi de öyle sanıyordu. Bu içtenlik düşünmeyi meslek edinenlerin
içtenliğinden çok farklı bir duyguydu. Mesleği sevmek gibi değil, hayatı sevmek
gibi bir duyguydu. Syf.359 “
Oğuz Atay/Tutunamayanlar
Tutunamayanlar'ı okumayanlar için güzel bir tanıtım postu olmuş, tebrik ederim... ve okumayanlar için Türk Edebiyatı hep eksiktir, ben de tavsiye ederim. Dostlukla...
YanıtlaSilTutunamayanlar için yazdıklarımı beğenmeniz beni çok mutlu etti.Aslında az bile yazdım ama elimden bu kadarı geliyordu.
YanıtlaSilSevgiyle,dostlukla