5 Mart 2020 Perşembe

EŞLİK - SAMUEL BECKETT

Kimse kendi içine çevirmiyor bakışlarını, kimse yok orada çünkü.

Eşlik, Samuel  Beckett’in karanlığı kanırttıp, umuttan  ışığı çekip, son solunan havanın üzerinden, eylemin anlamını zamanı bükerek kırıldığı o an da, adı konulmayan telafisiz bir an da kayıp olan zamanın gölgesini metinleyerek hikâyeye boyun eğdiriyor...

 Eşlik’teki hikâyelerin özneleri bu adsız kaybın etrafında dolanarak, sürünerek, düşüp kalkarak ama onsuz da yapamayarak içten içe çürüyüp dağılıyor. Her ne kadar kum gibi dağılsa da, o kelimelerden bir anlam arayıp duran boşluğun çığlıklarıdır.  Bir ses, karanlıkta sırt üstü uzanmış birine bir geçmişten söz ediyor.

Acınası bir umut bile hiç yoktan iyidir. Bir noktaya kadar. Yürek daha daralmaya başlayana kadar. Daralan yürek hiç yoktan iyidir. Çatlamaya başlayana kadar.

 Soruların artık sorulmaz olduğu bir devir yaşanmış mıydı hiç? Son sorulana kadar ölü doğmuştu hepsi.  Kafada tasarlandıkları anda ölüyorlardı. Önceleri. Yanıtlamanın söz konusu

olmadığı zamanlarda. Yanıtlama olanağının olmadığı. Yanıtlama olanağının olmadığı. Hayır. Olmamıştı hiç. Bir düştü bu.


Karanlıkta kapalı gözleri. Karanlığa. Kendi karanlıklarında. Dudaklarda aynı minicik gülümseme, gülümsemeyse bu eğer. Kısacası yaşıyor yalnız kendisinin anladığı biçimde, ne fazlası ne azı. Azı! Taşlaşmış sanki.




 

 

 



1 yorum:

Hoşgeldiniz...