Kimse kendi içine çevirmiyor bakışlarını, kimse yok orada çünkü.
Eşlik’teki hikâyelerin özneleri bu adsız
kaybın etrafında dolanarak, sürünerek, düşüp kalkarak ama onsuz da yapamayarak
içten içe çürüyüp dağılıyor. Her ne kadar kum gibi dağılsa da, o kelimelerden
bir anlam arayıp duran boşluğun çığlıklarıdır.
Bir ses, karanlıkta sırt üstü uzanmış birine bir geçmişten söz ediyor.
Acınası bir
umut bile hiç yoktan iyidir. Bir noktaya kadar. Yürek daha daralmaya başlayana
kadar. Daralan yürek hiç yoktan iyidir. Çatlamaya başlayana kadar.
Soruların artık sorulmaz olduğu bir devir
yaşanmış mıydı hiç? Son sorulana kadar ölü doğmuştu hepsi. Kafada tasarlandıkları anda ölüyorlardı.
Önceleri. Yanıtlamanın söz konusu
olmadığı zamanlarda. Yanıtlama olanağının olmadığı. Yanıtlama olanağının olmadığı. Hayır. Olmamıştı hiç. Bir düştü bu.
Karanlıkta
kapalı gözleri. Karanlığa. Kendi karanlıklarında. Dudaklarda aynı minicik
gülümseme, gülümsemeyse bu eğer. Kısacası yaşıyor yalnız kendisinin anladığı
biçimde, ne fazlası ne azı. Azı! Taşlaşmış sanki.
tanıtım için teşekkürler
YanıtlaSil