“Affet beni okur!
çünkü “anlatacaklarımdan korkuyorum. Eski dillerin türkülerini
dinliyorum mezar taşlarından. Hayat hızla çürüyor”
Günlerin, iyi günlerin, kötü günlerin, âşık günlerin
hepsinde dört adet sıfır vardır. Tamamlanmamış an. Yokluktan oluşan dört sıfır.
Herostratos’da, Reşat’de, İlya’da, İlhami’de... Aslında olur gibi olanı ama
olmayanı gösteren sıfır.
Zamanı, yaşayan her insana sona yaklaştığını anlatmak için
yapılmış bir icattan başka bir şey değil. Bu icatçı bulan bir insan neden
anları zamana bölmüş olabilir? Kendi kendine sona nasıl yaklaştığını görmek bir
ızdırap değil mi?
Izdırapla yürümüştü yakacak olduğu o tapınağa Herostratos.
Ustası Herakleitos “ Evrende bir çatışma
vardır ama en büyük savaş içimizdeki savaştır” demişti bin yıl önce. İçiyle
savaşıyordu Herostratos her şeyi yakacak küle çevirecek o küllerin arasında
kendi soluğunu kendine üfleyerek “Yıldızlı yaz geceleri bağışla bana Zeus”
diyordu. Adını kocaman ama kendi gibi solgun, bitkin, saralı harflerle Artemis
Tapınağı’nı yakan kişi olarak tarihe yazdıracaktı. Tanrı ona ‘ölümsüz bir ölü’
olarak kesecekti cezayı... Ustası Herakleitos’un dediği gibi “İnsan yaşam
tarzından memnun değilse ya dünyayı ya da tarzını değiştirmelidir” Belki de
Herostratos’ın yaptığı eylem buydu. Bir şeyleri değiştirmek istiyordu.
“Soru sormadan nasıl yaşar insan?” Soruları hep kendine
soruyordu. Beni neden sevmiyorlar? Bir hastalıklı olduğum için mi? Kendi
dışında başka biriyle savaştığını bilmiyor hiç kimse. ”Kimdi düşman? Neden
savaşıyordu insan?”
Reşat’ın kendiyle savaştığı gibi bir şey değildi bu.
Hastalıklı, eğrelti bir insan gibi duruyordu tapınağın merdivenlerinde,
Reşat’ın babasızlığı. Hayata hep sıfırdı. Yetişemiyordu Reşat hiçbir şeye..
Gece, yeleği yamalı,
yaşlı bir Tanrı. Tahta masasına oturmuş, şarabını içerken günün doğmasını
bekliyordu. Karanlığı hiç sevmedi Reşat, babasının kaybolduğundan ve annesini
kanserden dolayı toprağın kollarına bıraktığı zamandan beri. “Toprağa değil,
aslında suskunluğa gömülüdür ölüler, cevapsızlığa. Ölünce geride sorular kalır
sadece. Bir daha hiç cevaplanmayacak ”der sevgili Caymaz. Bazen de teselli
cümleleri fısıldar İlhami’nin kulağına “Dayan, acıyı unut” der. İlhami güç alır
bu kelimelerden bir yandan da karısının, çocuğunun duru, tertemiz bakışları
aydınlatır karanlığını...
Nerede saklanıyor insanın içindeki kayıp cümleler...
“Bazı insanlar hikâyesini yüzünde taşır” Yüzünde taşıyordu
her şeyi Reşat. Yüzünün aynasından hikâye damlıyor, çizdiği kitap
kapaklarındaki çizgilere...”Çocukluğunda büyük yaralar alan, hangi zafere
uğrarsa yeniktir. Birini bağışlayacaksan mayıs ayını seç Reşat” diyordu sevgili
Caymaz.
Unutma! İnsan, kendi içinde bile karanlıkta kalmış deniz
feneridir Reşat.
Annesi yok onun. Annesini düşününce Ankara’nın çamurlu
yollarında, hastaneye gittikleri minibüsler geliyor aklına. Annesizliğin
kokusunu taşıyor. Annesi öldükten sonra bir günde büyüyüveriyor Reşat. Daha hiç
bir şekilde çocuk olamayacağını anlıyor işte o zaman... Annesi şefkatin kadife
kumaşı.
Sonra...
Herostratos ile Nazi Almanya’sı... Milyonlarca insan zırhlı
vagonlarda titreyerek, gözleriyle geceyi delip geçiyordu. Bu vagona binerken
aslında kendilerini insan sanıyorlar ama artık sadece bir rakamlar onlar ve
onlar için her şey planlanmıştı.
Bir insan olmaktan çıkarılıp sadece bir numara olmak; nasıl
korkunç bir gerçek olabilir ki? Genelevine kadar her şeyi düşünülmüş işkence
şehirlerini, yan yana dizilmiş kurbanlarını bekleyen fırınları, isminin üstü
çizilerek defterden düşülen o bireyleri...
Kocaman bir ah uzanıyor ölen bir bebeğin üstüne... Kimseler
göremiyor ‘ah’dan damlayan süt damlalarını, bir annenin kısılan sesindeki
feryadını...
Sırf Goethe’nin sevdiği, altında şiirler yazdığı için
kesilmeyen ağaç kampta yaşananlara şahit olduğu için ağlıyor usul usul,
damlaları Goethe’nin şiir yazan ellerine düşüyor. Goethe ağlıyor.
Homeros’un İlyada’sı sevgili Caymaz'ın İlya’sı, tüm dünyanın orta yerinde tek başına bir ağaç
gibi kalakalıyor. Hep savaş gördüğü için, hiçbir zaman çocuk olmadığı için her
şeyi ancak savaşın sözcükleriyle anlatıyor. Tam anlamıyla bir hayal olmaktan
çok insan olmayı özlüyor ve dünyada hiç bitmeyen bir savaşı insanlar arasından
izliyor. Berlin Devlet Kütüphanesi’nin tozlu kitaplarla dolu raflarından...
Dışarıdaki ölümün marşlarını, hiç bitmeyecek gibi duran iniltilerini işitiyor.
“Zaman sensin, sana bir sır vereyim” diyordu İlyada usulca
omzuna dokunarak Herostratos’un.
“Biraz zaman geçsin her şeyi unutacaksın, biraz zaman
geçsin, her şey seni unutacak; daima bil, yakında hiç kimse ve hiçbir yerde
olacaksın”
“İkinci annemdi kalem. Gün ışığı bazen usulca sokulup içime
doğru, gözlerini özlüyorum çocuk, derdi bana” diyor Caymaz.
Okura “Zor yaz ki okuyan da çektiğim zorlukları anlasın”
diyor.
Anlıyorum ben çünkü çok yoruldum. Okumaktan değil
yorgunluğum içinde yazılan cümleler ağırlığından...
“İçimde hep neden olduğunu bilmediğim bir deniz özlemi var.
Yüzümü denizde, suyun yüzüne sürmenin mavi huzurunu duymak istiyorum”
dedirtiyor kahramanına Caymaz
Kitabı elime alıp denize doğru koşmaya başlıyorum, güneş
yükseliyor, yetişemiyor bana…
“Her şeysiz olabilir hayat ama şiirsiz olmamalı” sevgili
okur. Şiir oku! Belki bir gün her şey geçmişin izini şiirle siler…
Nokta...
Yahudi halk şarkısı olmakla birlikte aynı zamanda özgürlük
ve enternasyonal ayarında bir devrim şarkısıdır dinlediğiniz.
Toplama kamplarına gönderilen Yahudilerin söylediği
şarkıdır.
Yıllarca esir kamplarına giden insanlar ufak bir umut
kıpırtısıyla söylediler belki de bu şarkıyı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz...